İsrail-İran savaşı, Ortadoğu’da sarsıcı politik sonuçlara yol açacağı kesindir. İran binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip olan ve bütün tarihsel dönemler içerisinde kendi varlığını korumuş, bölgede sürekli dengeleri belirlemiş bir devlet olarak tanınır. Bütün imparatorluklar karşısında varlığını koruyan İran, son yüzyıl içerisinde ilk kez bir kriz yaşıyor. Tarihin hiçbir döneminde kazandığı ve kaybettiği hiç savaşta askeri komuta kademesinde bu düzeyde bir darbe almadı. Bu bakımdan İran’daki gelişmelerin her türlü duygusallıktan uzak objektif ve doğru analiz edilmesine ihtiyaç var.
İran-ABD ilişkilerinin dönüm noktası: 4 Kasım 1979, Tahran ABD Büyükelçiliği’nin işgali
Humeyni’yi destekleyen bu grup üniversite öğrencisi, ABD’ye sığınan Şah Rıza Pehlevi’nin iadesini talep etmek için 4 Kasım 1979 günü, Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ni işgal ederek 66 ABD vatandaşını elçilik çalışanını rehin aldı. Bu işgal 444 gün sürdü ve 20 Ocak 1981’de son buldu.
Humeyni, ABD’yi ‘Büyük Şeytan’ olarak ilan ederek öğrencilerin Büyük Elçiliği işgaline destek verdi. Bu nedenle 4 Kasım 1979’den itibaren Tahran-Washington arasında doğrudan diplomatik ilişki bulunmuyor.
Humeyni aynı zamanda İsrail’i de ‘Küçük Şeytan’ ilan ederek yok edilmesi gereken bir güç olduğunu belirtti. İsrail’in yok edilmesi ve Filistin’in özgürleştirilmesi için ‘Büyük Kudüs Ordusu’nun temelleri bu zamanda atıldı. Molla rejimi, Tahran’daki İsrail Büyükelçiliğini kapattı. Filistin lideri Yaser Arafat’ın Tahran’ı ziyareti sırasında, sembolik olarak İsrail Büyükelçiliği’nin anahtarı Arafat’a teslim edildi.
Irak/Saddam rejiminin İran’a karşı başlattığı savaş
İran İslam Devriminin politik ve toplumsal etkileri öncelikli olarak nüfusunun yaklaşık %65’ı Şii olan Irak’ta hissedildi. İran’ın Irak içerisinde artan toplumsal etkisini bir tehlike olarak gören Saddam, 22 Eylül 1980 günü İran’a saldırdı. İkinci dünya savaşından sonra belki en uzun süren bir savaş oldu. İran savaş içerisinde kaybettiği bütün toprakları geri aldı. Yaklaşık 8 yıl süren savaş, 20 Ağustos 1988 tarihinde iki tarafın da kabul ettiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 598 No’lu kararıyla sona erdi. İran askeri güçleri, ele geçirdiği Irak topraklarından birkaç hafta içinde çıktı ve 1975’teki Cezayir Antlaşması’nda öngörülen sınırlara çekildi. Bu savaşta her iki taraftan 1 milyon kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 2 milyon insan yaralandı ve 200 milyar dolara kayıp yaşandı. 2003 yılında Saddam rejiminin yıkılmasına paralel olarak iki ülke arasında esir takası yapıldı ve İran-Irak ilişkileri çok daha üst boyuta çıktı.
İran-Suudi Arabistan çatışması: 1987 Mekke’de İranlı hacı adaylarının öldürülmesi
31 Temmuz 1987’de Hac ibadeti için Mekke’ye giden İran Şii hacı ile Suudi Arabistan güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 275’i İranlı, 85’i Suudi polisi ve 42’si diğer ülkelerden gelen hacılar olmak üzere toplam 402 kişi yaşamını yitirdi. Özellikle İran’ın Körfez ve Ortadoğu genelinde Şii nüfusu içerisinde artan dini ve politik etkisi petrol zengini Körfez ülkelerini tedirgin etmeye başladı. S.Arabistan, İranlıların Mekke’yi politik etki alanı olarak kullanmasına karşı sert önlemler aldı ve silahlı müdahaleden bulundu. Bu çatışmanın arka planında İran ile Arabistan arasındaki bölgesel çatışma ve rekabet bulunuyordu.
İran’ın Körfez devletlerindeki sosyolojik dayanakları
İsrail’i yok edilmesi gereken bir güç olarak gören İran, Körfez ülkelerinde önemli geleneksel sosyolojik bir taban sahip oldu. Şii’lik stratejisini önemli ölçüde etkin bir şekilde kullanmaya başardı. Suudi Arabistan’ın yaklaşık % 25’i, Irak’ın % 65, Kuveyt’in % 40, Bahreyn’in % 70’i, Katar’ın % 26’sı, Umman’ın %8’i, Yemen’in% 35’i Lübnan’ın % 36’sı Şii nüfusu bulunuyor. İran, kendisinin doğal tabanı olarak gördüğü Şiiler üzerinde, Körfez devletleri üzerinde etkide bulundu ve bundan belirli bir sonuç aldı.
İran’ın bölgesel tasfiye sürece 3 Ocak 2020’te Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle başladı.
İran’ın bölgesel stratejisinde önemli bir rol oynayan İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, 3 Ocak 2020 tarihinde ABD’nin Hava Saldırısı Sonucu Bağdat’ta hayatını kaybetti. Bu saldırı aslında İsrail tarafından yapılacaktı. Ancak bölgedeki politik ve askeri denklemi nedeniyle saldırı, ABD’nin bölgedeki koalisyon gücü tarafından yapıldı. Hatta bazı iddialara göre de saldırı İsrail tarafından yapıldı ancak bölgesel krizin oluşmaması için ABD tarafından üstlenildi. Sonuçta Süleymani’nin öldürülmesi İran’ın bölgesel yayılmacı stratejisine vurulan önemli bir darbe olduğu gibi aynı zamanda yeni bir sürecin ilk adımları olarak değerlendirildi.
İran Cumhurbaşkanı İbraimReisi’nin öldürülmesiyle İran’ın bölgesel tasfiyesinin devam ettiği mesajı verildi.
İbrarim Resimi, Hamaney’e büyük bir sadakati vardı. 2021 yılında yapılan ve katılma oranının oldukça düşük olduğu seçimde cumhurbaşkanı seçildi. 19 Mayıs 2024 tarihinde, Azerbaycan sınırındaki Culfa kasabasına yakın bir bölgede İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin yanı sıra Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim ve Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Malik Rahmeti’nin olduğu helikopter düştü. Bunun bir kaza yoksa bir operasyon mu olduğu tartışması halen devam etmekle birlikte, uluslararası gözlemcilerinin, helikopterin düşmesinin bir saldırı eylemi olduğu konusunda hem fikir oldukları söylenebilir.
İran etkisinde olan devlet dışı örgütlerin tasfiye süreci
İran, ‘devlet olmayan ama devlet kadar etkili olan örgütler’ üzerinde bölgesel yayılma stratejini başarıyla gerçekleştirdi. Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de İslami Cihat ve Hamas, Yemen’de Husi Hareketi, Irak’ta HaşdiŞabi Güçleri ve Irak Hizbullah, İran’ın fiili temsilcileri gibi bir sorumluluk üstlendiler. Aynı şekilde Suriye’de Esad rejimini ayakta tutan İran Şii milis güçleri oldu. Bu örgütler bulundukları ülkelerde resmi ordular dışında kendileri ayrı bir askeri güç olarak örgütlendiler. Körfez Arap ülkeleri bu örgütleri İsrail’e karşı hiçbir şekilde desteklemediği gibi Mısır’da hükümet olan Müslüman Kardeşler’e karşı askeri bir darbe yapıldı ve örgüt yasadışı ilan edilerek tasfiye edildi. İran ise bu örgütleri askeri, politik ve hatta ekonomik olarak açıktan destekledi.
6 Ekim 2023 tarihinde Hamas ve İslami Cihat’ın İsrail’e yönelik birlikte gerçekleştirdikleri ve 1200’e yakın insanın yaşamını yitirdiği kapsamlı saldırı, Ortadoğu’daki bütün dengeleri değiştirdi. İran, Hamas’ı ve İslami Cihat Örgütü tarafından yapılan saldırı eylemini açıktan destekledi. Ancak İsrail için bu saldırı bir dönem noktası oldu.
Birincisi, İsrail’in Gazze’de başlattığı yıkım savaşı, hem Hamas’ın askeri ve sivil liderlerinin önemli bir kesimini ortadan kaldırdı hem de askeri ve politik olarak Hamas’ı tasfiye etti. Filistin tarihinin en büyük yıkımını yaşanmaya devam ediyor.
İkincisi, İran’ın bölgedeki en büyük dayanağı olan Hizbullah’ı da önemli ölçüde etkisizleştirdi. Nasrullah başta olmak üzere bütün komuta kademesini yok etti. Bugün Hizbullah askeri olarak fiilen etkisizleştirilmiş durumda olup Lübnan hükümetine tabi olmak zorunda kaldı.
Üçüncüsü, İran’ın en büyük destekçisi Yemen’de Husilere yönelik yapılan askeri operasyonlar ciddi bir etki yarattı ve askeri gücünden önemli bir kırılma oluştu
Dördüncüsü, Irak’ta fiilen bağımsız bir güç olan Haşti Şabi Güçleri ve Irak Hizbullah Örgütü, Bağdat’ın askeri komutasına tabi olmak zorunda kaldılar. Böylelikle özellikle Haşti Şabi, İsrail için bir tehlike oluşturmaktan fiilen çıktı.
Beşincisi, Esad rejimi yıkıldı. İsrail, Suriye’nin askeri kapasitesinin yaklaşık % 85’ini yok etti ve özellikle hava üstünlüğünde tam bir hakimiyet sağladı. Bugün Suriye’nin hava savası fiilen İsrail hava sahası gibi bir işlev görüyor. Ayrıca İran’ın Suriye’de bulunan önemli komutanlarını tasfiye etti.
İsrail’in yaklaşık 18 aylık bir dönemde İran’ın bölgedeki etki gücü olan örgütleri çok önemli oranda işlevsizleştirdi. İran, İsrail’in bu saldırıları karşısında ciddi bir varlık gösteremedi. Bu durum İran’ı bölgedeki temsilcileri konumunda olan örgütlerde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Hamas’ın politik lideri Haniye’nin Tahran’da bir suikast sonucu öldürülmesi de şok etkisi yarattığı gibi aynı zamanda bugünkü operasyonlar için bir mesaj içeriyordu.
İsrail’in ‘İran’ın nükleer bomba üretemeye yakın olma iddiası’ saldırının sadece bir gerekçesidir
İsrail’in saldırısının gerekçesi kamuoyuna yansıtıldığı gibi ‘İran’ın Nükleer bir bomba üretmeye çok yakın olması’ değildir. Çünkü İsrail’in elinde yaklaşık 150 nükleer bombanın olduğu belirtilmektedir. Bu sadece saldırıyı gerekçelendirme planıdır. İsrail’in güvenlik stratejisinde İran’ın bir nükleer bombaya sahip olması ‘varlık-yokluk’ konusu olarak görülmüyor. Körfez ve Ortadoğu bölgesinde 22 Müslüman devlet bulunmaktadır. İsrail’in her ülkeye bir nükleer bomba atma kapasitesi bulunuyor. İsrail’in Ulusal Güvenlik Stratejisinde ‘İsrail’in güvenliği için her türlü silah kullanması ilkesi’ benimsenmiştir. Yani ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’ya oranla nükleer silahları çok daha rahat kullanabilecek bir devlettir. Bu nedenle İran’a saldırmasının ‘nükleer bomba üretme’ potansiyeli gibi gerekçelere dayandırması gerçekçi olmadığı çok açıktır.
İsrail’in İran’a saldırısı bölgesel denklemin yeniden oluşturma stratejisinin bir parçasıdır
İran’a yapılan saldırının politik arka planının doğru okunması ve objektif sonuçların çıkartılması gerekir. İsrail’in de önemli bir risk aldığı saldırı eylemindeki hedef nedir?
1. İran’ın bölgesel Şii yayılmacılığını kırmak ve buna alternatif İsrail’in en azında politik olarak egemenlik alanını genişletmek
2. Şii-Sünni dengesini yeniden şekillendirmek ve böylelikle Sünni Körfez dünyası üzerinde daha güçlü bir etki yaratmak
3. İsrail’in mutlak askeri gücünü bölgede kabul ettirmek ve bunu uzun yıllar devam ettirebilmek
4. İsrail’in bölgesel hakimiyet alanına uygun olarak bölgesel sınırları yeniden çizmek ve statükocu devletlerin gücünü kırmak
6. Bölgesel güç ilişkileri belirlenirken İsrail’in stratejik çıkarlarını esas almak ve coğrafyası küçük ama etki gücü büyük yeni bir lider ülke yaratmak
7. Orta Asya’dan Akdeniz’e bağlanacak küresel enerji koridorunun güvenliğini İsrail tarafından sağlamak
Savaş, İran’ı kaçınılmaz olarak değişime zorluyor
Öncelikli olarak bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor: İsrail, İran devlet sistemine çok ciddi oranda sızmış olmasının ötesinde belirli bir düzeyde kontrol altına aldığı anlaşılıyor. İran, ordu komuta kademesini önemli oranda kaybederek savaşta fiilen yenilmiş ve özellikle psikolojik üstünlüğü kaybetmiş görünüyor. İsrail, İran’ın karşı saldırılarında belirli bir darbe almış olsa da stratejik bir boyutta olmadığı açıktır. Askeri kapasitesi çok önemli oranda koruyor. İran ise tersten kaybettiğini söylemek yanlış olmaz.
Bu savaşın merkezinde hiç şüphesiz ki İran’ın değişimi ve dönüşümü yatıyor. Birincisi husus İran’a önerilen nükleer anlaşmayı kabul etmesi ve savaşın büyümeden son bulmasıdır. Trump, gelinen aşamada bir anlaşma önermiyor doğrudan ‘İran’ın teslim olması gerektiğini’ söylüyor. Yani molla rejiminden önüne konuşan şartları koşulsuz imzalaması talep ediyor. Bunun bir başka anlamı Molla rejiminin nükleer, enerji ve bölgesel ilişkilerde artık bir güç olma iddiasından vazgeçmesidir. Bu ‘ağır’ yani ‘teslimiyet’ şartları henüz kabul edilmiş değil. İkinci durum ise molla rejiminin askeri güç kullanılarak tasfiye edilmesidir. İran rejimi anlaşmaya varmadığı taktirde özellikle Washington ve Londra’nın savaşa daha aktif dahil olması yüksek bir olasılıktır. ABD, B-52 bombardıman uçaklarıyla İran’ın üç nükleer araştırma tesisini vurdu. Trump bunun bir ilk adım olduğuna dair yaptığı açıklamayla Tahran Yönetimini tehdit etti.
Diplomatik çözüm için son dakika adımı
Cenevre’de Berlin, Londra ve Fransa Dışişleri Bakanlarıyla İran Dışişleri Bakanı Erakçi arasında yapılacak görüşme son derece önemliydi. Gelişmeler İran’ın önümüzdeki günlerde ABD’nin şartlarını kabul edebileceğine iddialar artmaya başladı. Washington bu görüşmenin sonucuna göre kesin bir karar verecek. Eğer diplomatik uzlaşı olmasa ve İran molla yönetimi şartları kabul etmezse önümüzdeki hafta dini lider Hamaney’in öldürülmesi dahil İran çok büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalacaktır.
Demokratik Federatif bir İran kimseye sürpriz gelmemeli
Bugünkü dengeler içerisinde İran’da doğrudan bir rejim değişikliğinin yapılması pek tercih edilen bir durum olmamakla birlikte, Dini lider Hamaney merkezli gücün tasfiyesi, Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın politik gücünün arttırılması esas alınabilir. Aynı şekilde İran’da eyalet sistemi bulunuyor. Eyalet sisteminin Özerk Federatif bir yapıya kavuşturulması da kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Özellikle Azerbaycan, Belucistan ve Kürdistan Eyaletleri, Demokratik İran içerisinde Federatif Özerk Bölgeler haline getirilmesinin hem bölgesel hem iç dinamikleri oluşmuş durumdadır. İran’ı bir arada tutmanın en gerçekçi ve objektif yolu Federatif Demokratik bir İran’ın oluşturulmasıdır. Küresel Güçlerin de talebinin bu yönlü olacağı anlaşılıyor. Kürtlerde PJAK ve Belucilerde ise Belucistan Kurtuluş Birleşik Cephesi tarafından yapılan açıklamalar Özerk Bölgelerin hızla kurulacağını gösteriyor.
Körfez devletlerin Şerait rejimleri değişme sürecine giriyor
İran’da molla rejiminin etkisizleştirilmesinin yansımaları özellikle başta Suudi Arabistan’da olmak üzere Körfez devletlerini doğrudan etkileyecektir. Körfez ülkeleri önümüzdeki 10 yıl içerisinde çok hızlı bir şekilde Şeriat Sistemini terk edip daha demokratik bir yapıya kavuşma süreci başlayacaktır. Bu tespit birçok kişiye şaşırtıcı gelebilir ama Arabistan, Katar ve BAE gibi devletlerin değişim süreci dikkatle izlendiğinde, bu tespitin sürpriz olmadığı anlaşılır.
Ankara, İran’ın zayıflamasına olumlu yaklaşır ama…
Savaş’ın Türkiye’deki yansımaları sakin ama derinden ve uzun süreli olacaktır. Öncelikle olarak zayıflamış bir İran, Ankara’nın bölgesel stratejisiyle tam uyumludur. Ancak İran’ın özellikle Kürdistan Eyaleti’nin özerk olması, Ankara için tersten ciddi bir sorun oluşturacaktır. Bu nedenle İsrail’in İran’a saldırmasına biçimsel olarak karşı çıkmasına rağmen esasen karşı çıktığını düşünmek yanlış olur. Bu nedenle ‘ansızın geliriz’ gibi cümlelerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’i tehdit etmesinin hiçbir karşılığı yok.
Ankara’yı etkileyecek en önemli sorun ise, bugün Öcalan üzerinde devam eden Kürt sorunun çözümünün geleceğinin ne olacağıdır. Ankara, İran’dan sonra Kürt sorunun çözümünün masasına geleceğini biliyor. Objektif düşünen bir Ankara; Kürt sorunun çözümünde demokratik siyaseti esas alır ve uluslararası güçleri müdahil etmeden çözer. Geleneksellikten ısrar eden bir Ankara ise süreci bitirir ve geleneksel politikalara döner. Birinci yönelik kazandırır. İkinci yönelim kaybettirir. Ankara’yı zorlayacak olan Kürtlerin İran’da Özerklik statüsünü elde etmeleri değil, yakın gelecekte Kıbrıs’ın Ankara’nın masasına konulmasıdır. Bu nedenle Ankara, sorunu objektif görmeli ve ona göre bir planlama yapmalıdır. Merkezine Kürtlerle kavgayı koyarsa Kıbrıs gider.
Sonuç: Sorun emperyalist saldırılar gibi kavramlar veya buna karşı oluşturulacak geleneksel politikaların çok ötesinde stratejik değişimler var. Hem bölgedeki hem de ülkelerdeki değişim iç müdahalelerle olmuyor tersine dış müdahalelerle oluyor. Bunun önüne geçilmesi de pek mümkün olmadığına göre stratejiler ve çözümler bu gerçekliğe göre olmalıdır.