Barış sadece çatışmanın sona ermesi değil, yeni bir toplumsal hayatın kurulmasıdır. Bu kurulma süreci ise adalet, hafıza, eşitlik ve katılımla anlam kazanır.
Dünyanın farklı coğrafyalarında başarıyla sonlanmış barış süreçleri bize gösteriyor ki; barış yalnızca hükümetler veya silahlı aktörler arasında yapılan anlaşmalardan ibaret değildir. Aksine, barışın kalıcı olabilmesi için onun toplumsal zemininin güçlendirilmesi gerekir. Güney Afrika’dan İrlanda’ya, Vietnam’dan İspanya’nın Bask bölgesine uzanan çok çeşitli deneyimler, barışın ancak örgütlü halk iradesiyle gerçek anlamına kavuşabileceğini ortaya koymuştur.
Geçmişle Yüzleşme, Toplumsal Hafıza ve Adalet
Barışa giden yol, inkârın sona ermesiyle başlar. Güney Afrika’da Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun yaptığı gibi, yaşanmış acıların dile gelmesi, toplumsal bir vicdan yaratır. Bu vicdan, sadece bireysel değil, kolektif bir yüzleşmeyi mümkün kılar. Demokratik kitle örgütleri, bu yüzleşmenin taşıyıcılarıdır. Mahallede, okulda, sokakta ve işyerinde bu hafızayı diri tutmak, adaleti yalnızca yargı kurumlarına havale etmeden sahiplenmek, barışın en sağlam temelidir.
Barışın kalıcılığı, sürecin katılımcılığıyla doğru orantılıdır, ortak yaşamın inşası buna bağlıdır. İrlanda barış süreci yalnızca müzakere masalarında değil, kadın hareketlerinden emek örgütlerine kadar geniş bir yelpazede toplumun katılımıyla örüldü. Benzer şekilde, Bask bölgesinde kimliklerin ve dillerin eşit biçimde tanınması, sadece çatışmayı değil, ayrımcılığı da sonlandırdı. Bu deneyimler, barışın “yukarıdan” inşa edilen değil, “aşağıdan” örülen bir toplumsal ilişki olduğunu gösteriyor.
Sabotajlara karşı kararlı, romantizme karşı gerçekçi bir tutum sergilemek toplumsal barışın hayata geçmesi noktasında zor ve oldukça önemlidir.
Her barış süreci, aynı zamanda karşı çıkışlarla, saldırılarla, provokasyonlarla sınanır. Süreci boşa çıkarmak isteyen güçler, çatışmasızlıktan değil, çatışmadan beslenir. Bu nedenle barış savunucuları sadece umut değil, sabır ve örgütlü kararlılık da üretmelidir. Demokratik kitle örgütleri, bu saldırılara karşı kırılgan değil, dirençli yanlarını büyütmelidir.
Barış yolunda yürüyenlerin dikkat etmesi gereken bir başka önemli mesele ise aşırı romantizme kapılmamaktır. Barış, tüm sorunları bir anda çözmez. Eleştirel ve yapıcı bir tutum, süreci daha sağlam kılar. Barışı savunmak, onu sorgulamayı da içerir; ama bu sorgulama yıkıcı değil dönüştürücü bir zeminde yapılmalıdır.
Barışın gündelik hayatla buluşmasının zemini ve yöntemleri tartışılmalı hayata geçirilmelidir.
Çünkü barış, soyut bir ideali değil, somut bir yaşamı ifade etmelidir. Eşit yurttaşlık, çokdilli kamusal alanlar, toplumsal cinsiyet eşitliği, güvenceli çalışma, adil sağlık ve eğitim hakkı gibi gündelik yaşamın temel başlıkları ; barışın gerçek ölçüsüdür. Demokratik kitle örgütlerinin görevi, bu alanlarda mücadelenin sürekliliğini sağlayarak, barışı sadece bir talep değil bir yaşam biçimine dönüştürmektir.
Barış Hepimizin İhtiyacıdır ama sorumluluğu önce onu savunanlarındır.
Diğer taraftan barış, yalnızca onu savunanların ya da doğrudan çatışmadan etkilenenlerin değil; toplumun tamamının ‘barışsızlıktan rant sağlayan bir avuç kesim dışında’ ortak ihtiyacıdır. Fakat bu ihtiyaç, kendiliğinden karşılanmaz. Barış, emek ister, örgüt ister, sabır ister. Ve ne yazık ki bu yük, en çok da barışı isteyenlerin omuzlarındadır. Bu yüzden daha çok çalışmak, daha fazla düşünmek ve daha büyük bir hassasiyetle davranmak gereklilikten çok zorunluluktur, çünkü barış bir kesim için değil; hepimiz için gereklidir. Ve ancak onun sorumluluğunu üstlenenlerin ısrarıyla mümkün hale gelir.